Avrupa toplumlarının özellikle Ortaçağ ve sonrasında yaşadıkları tecrübeler neticesinde ortaya koydukları çözümlerin, ürettikleri fikirlerin, bağlandıkları ideoloji ve akımların bütün dünyada evrensel kabul gören birer çözüm paketine ve çıkış yoluna dönüşmesi olağan değildir.
"Gevûrda akıl olsa Müslüman olurdu" der İsmet Özel. Bugün, ülkemizdeki aydınlar, "gevûr aklını kendine saklasın, bizim aklımız bize yeter" diyemedikleri için Batılı merkezlerde üretilen teorilere taparcasına sadakat göstermektedirler. Bu tutum ise sosyolojik olarak tam bir "alinasyon" halidir. Alinasyon, "Kendinden uzaklaşma, kendini tanımama, aklını yitirme, kendinde olmama, bir başkası olma" durumudur.
Tanzimat'tan sonra kendinden uzaklaşan, kendi kendini tanıyamaz hale gelen/getirilen aydınlarımız, akıllarını yitirmişçesine Avrupa'da ortaya çıkan düşünce sistemleri ile tanışmışlar ve bu düşünceleri tefekkür hayatlarının merkezine almışlardır. Elbette bir aydının dünyadaki çeşitli felsefi akımlar hakkında malumat sahibi olması, çeşitli ideolojiler hakkında araştırmalar yapması son derece normaldir. Entelektüel faaliyetin temelini zaten bu gayret teşkil eder.
Sihirli formül olarak sundular
Ancak anormal olan şu: Osmanlı-Türk toplumunun tarihsel tecrübeleri ile herhangi bir noktada kesişmeyen bu akımlar ve felsefi yaklaşımlar sadece aydınların bir inceleme ve araştırma konusu olmamış, çeşitli ideoloji ve eğilimler toplumun sosyal, siyasi, kültürel, dini problemleri için birer çözüm reçetesi olarak savunulmuştur.
Rönesans, Aydınlanma, Vestfalya süreci, Fransız, İngiliz, Amerikan devrimleri sonrasında ortaya çıkan düşünce yapıları ve akımlar gerek imparatorluk gerekse cumhuriyet dönemlerinde Müslüman/Türk Osmanlı toplumunun problemlerini çözecek birer sihirli formül olarak sunulmuştur.
Devamı: https://www.star.com.tr/acik-gorus/turk-aydininin-batiya-teslimiyet-sorunu-haber-1855039/
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.